28 Temmuz 2011 Perşembe

yemekli vagonda şerefe!

bir önceki yazımda ankara'ya gittiğimden bahsetmiştim. giderken acelemiz olduğu için otobüsle yolculuk yapmıştık. dönüşte ise bir yere yetişmemiz gerekmediği için treni tercih ettik. tıngır mıngır, içimize sine sine yolculuk yapmak için.

benim için kural şudur: ankara'ya trenle gidilir :) sadece ankara'ya değil, eskişehir'e de trenle gidilir. gidilmelidir hatta.

daha önceki tren yolculuklarımda tek başımaydım hep. yanımda birkaç kitap, sevdiğim şarkılar, belki bir defter...birkaç fotoğraf... haydarpaşa garında beni kimse yolculamadı. kimse arkamdan el sallamadı. ama gittiğim şehirde vardı yolumu dört gözle bekleyenler... istanbul'a döndüğümde de kimse karşılamazdı beni haydarpaşada. başım öne eğik, tutardım evin yolunu.

bu kez farklıydı ama. ilk kez arkadaşlarımla tren yolculuğu yapıyordum. ve bu aslında bir şanstı. murat uyurkulak'ın tol romanı geldi aklıma. yanımda oturan arkadaşıma baktım, yorgundu ama uyumak istemiyordu. onca yorgunluğa rağmen uzun zaman sonra bir araya gelmişiz, eski anıları yad etmek lazımdı, yoksa olmazdı.

çaprazımızdaki koltukta oturan diğer bir arkadaşımıza baktık. o da uyumaya direniyordu. "hadi, yemekli vagona gidelim" dedi aniden biri. kim olduğunu hatırlamıyorum. karar verilmişti, yemekli vagonda aldık soluğu...

daha önce birçok kez tren ile yolculuk yapmış olmama rağmen, ilk kez yemekli vagona gittim.

hayal ettiğim gibiydi yemekli vagon. daracık bir koridor...koridorun her iki tarafında dörder kişilik masalar...temiz ve beyaz masa örtüleri... küçük bir bar ve camlı buzdolabı...kocaman bir tepsi, tepsinin üzerinde çeşitli mezeler...yıpranmış bir takvim... eski bir radyo...ve radyoda zeki müren...güleryüzlü, orta yaşlı bir garson...

"hadi rakı içelim" dedi arkadaşlarımdan biri. karnım açtı, ne kadar direnmeye çalışsam da uykum vardı. 2 dubleden sonra uykudan gözümü açamayacak hale gelebilirdim. sadece ben değil, hepimiz aynı durumdaydık aslında. ama kimse "hayır" demedi.

haydari söyledik masaya. bir de beyaz peynir. yanında 3 duble rakı... konuşuyoruz. hayattan...en çok aşktan... bazen acıdan... araya birkaç dize karışıyor. anıları yeniden yaşıyoruz sanki. gülüyoruz...karnıma ağrılar giriyor kahkaha atmaktan. sonra başka şeylerden bahsediyoruz. özlediklerimizden... kaybettiklerimizden belki...hayallerimizden...

üç arkadaş, yıllar sonra oturmuşuz rakı sofrasına. içinde olduğumuz tren, istanbul'a doğru yol alıyor. saat gecenin 3'ü...yarın nerede olacağımız, ne yapacağımız kimsenin umurunda değil.

türk sanat müziğinden anlamasam da radyoda en sevdiğim şarkılardan birinin çaldığını duyuyorum. Müzeyyen Senar'a eşlik ediyorum ben de: "Binlerce güzel sevdim de en son sana vuruldum"

hadi o zaman şerefe...

http://fizy.com/#s/1lvm2x

p.s. murat uyurkulak'ın tol isimli romanını şiddetle tavsiye ederim. tol, diyarbakır'a trenle yapılan uzun bir yolculuğu anlatıyor. bu yolculukta iki adam arasında geçen konuşmalara şahit oluyoruz, genç adamın geçmişini aydınlatma çabalarına tanıklık ediyoruz. benim de en büyük hayallerimden biridir aslında. diyarbakır'a, düşlerimin şehrine trenle gitmek... belki bir gün....

Hiç yorum yok: