9 Nisan 2011 Cumartesi

yalnızlık, sandığınız kadar korkutucu değil

çocukluğumun kahramanlarından biri daha uçup gitti sonsuzluğa.
2011 benim için çok kötü başladı, kötü bir biçimde de devam ediyor.
acaba tüm insanlar için geçerli mi bu durum?
bilemiyorum.

masallar bu sefer gerçekten öksüz kaldı!
-----
İstikal Caddesi'nde yürüyorum. yapayalnız. yalnızlık sanıldığı kadar korkutucu değil.

yürüyorum İstiklal'den Tünel'e doğru. insanlar geçiyor sağımdan solumdan. hiçbirinin yüzünü tam olarak göremiyorum. görmeye de çalışmıyorum aslında.

sesler duyuyorum. anlamsız cümleler dökülüyor ortalığa. duymuyormuş gibi yapıyorum. dünya bu kadar anlamsız olmamalı.
bu insanlar kim? neden bahsediyorlar?

yağmur yağıyor. her zaman yanımda taşıdığım şemsiyemi açmayı aklımdan bile geçirmiyorum.
ıslanmak sanıldığı kadar rahatsız edici değil.

o yol hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor.
sanki sonsuza kadar yürüyebilirmişim gibi.

yürüsem, hiç durmadan yürüsem beynimdeki sesleri susturabilir miyim?
sonsuza kadar...

----
"Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle"*




*Ahmet Telli-Özletiyor Seni Bu Yağmurlar

1 yorum:

beenmaya dedi ki...

değil elbet. ben de yalnızlığa dair bunu yazmıştım vakti zamanında;

Bir yara gibi...

Hani içinde bir yerde, senin bile farkında ol(a)madığın, gözle görülmeyen bir yanında mesela, artık senin ayrılmaz bir parçanmış; elin, gözün, kulağınmış gibi taşıdığın, her canın sıkıldığında, acıdığında veya acıttığında başkalarını istemeden, bir günün bir diğerine uymadığında mesela, kendini bilmediğin huysuz ve umarsız zamanlarında, içindeki boşluklar üşüdüğünde, şimdiye kadar kaç kişiyi üşüttüğünü düşündüğünde, başkalarına az kendine fazla geldiğinde, ya da tam tersini hissettiğinde, yakalayamadığında akıp giden zamanı, tutamadığında her istediğinde istediğin yerinden hayatı, kendini hep geç kalmış hissettiğinde, ama yetişmek için artık çabalamadığını farkettiğinde, sürekli anlaşılmadığından şikayet ettiğinde, ama sen anlatabildin mi bilmediğinde, gün bitişlerinde, mevsim geçişlerinde, her sene sana bir yaş daha eklendiğinde, bir sevgiliden ayrıldığında, bir başkasına sil baştan aşık olduğunda, bir dosta kırıldığında, ailene gücendiğinde, kimi zaman hiç sebebsiz, kimi zamansa sebebini bile bilmediğinde, el yordamıyla çabucak bulup da yerini, bir anda gün yüzüne çıkardığın, tatlı-sert kaşıyarak, canını acıtarak hatta tekrar tekrar kanattığın, ve o kan dinip o sızı geçene kadar, hani tekrar kabuk bağlayıp da içindeki o vazgeçilmez ama bir o kadar da farkedilmez yerini alana, sen kendi içinden çıkıp da tekrar yaşamla bağını kurana kadar, hem kendi hayatına hem de başka hayatlara kan kırmızı bir izle bulaştırdığın bir yara gibi yalnızlığın...

Bilirsin işte...
Boş verilmiş bir yalnızlıktır aslında seninkisi...
Ama boş değil...