11 Şubat 2010 Perşembe

"kim bağışlayacak beni penguen"

Şubat ayının yağmurlu bir akşamında denize ulaşmak istedi Marea. bir parça deniz görebilmek umuduyla koşturdu dar sokaklarda. yokuşlardan aşağı yürüdü kayar adım.
durmadan yürüdü saatlerce.
bir parça deniz görme umuduyla.
apartmanların, iş merkezlerinin arasından karanlıkta yürüdü. hiç bilmediği sokakları arşınladı adımlarıyla.
ve yolun sonunda vardı deniz kıyısına.
derin bir iç çekti.
İstanbul'a baktı. İstanbul'un ışıklarına baktı.
geçmişe dönüp bakmak istemiyordu artık. bağırdı.
"geçmiş, bırak artık yakamı"
ölü insanlar bırakmak istemiyordu artık ardında.

bir kez dinleseydi ötekileri...
bu kez dinleseydi onları...
sadece bir kez...
bir kez daha acıtmasıydı keşke...
birinin canını acıtıp sonra kendinden almasaydı hıncını...
duyduğu pişmanlıkların silinemeyeceğini bilseydi...

bilseydi keşke...kimsenin kendi masalından kolay kolay vazgeçmeyeceğini...
bilseydi tüm bunları...
"keşke"leri çoğalmayacaktı...

yürüdü gitti Marea. kayboldu gecenin karanlığında. kayboldu İstanbul'un ıssız kalabalığında.
ardında ne bıraktığını göremeyecek kadar kördü gözleri...
kayıptı sesi...
çünkü "geçmiş bırak artık yakamı" derken yitirmişti birşeyleri...
o haykırışla birlikte sönüp gitmişti "geçmişi yeniden yaratma sancısı"


"Penguen /bana sırtını dönme/biliyorum, sana benziyorum/ve içinde saklı tuttuğun yele.
Penguen/benim de içimde saklı tuttuğum/buzlu kıyılar, çığlık hatıraları/ben de senin kadar kaçkınım ve yaralı.
Kim bağışlayacak beni, penguen/ çizdim senin beyaz ve narin yerini.
Bir yanım bembeyaz ışık/kör ediyor, bir yanım zehir gece/parktaki salıncağa binmeyi/beceremedim bugün ben de.
Penguen bana sırtını dönme.Unutmadım aramızdaki beceriksiz dili.Dünya yordu bizi. Benim de söyleyemediklerim var. Hiç söyleyemeyeceğim onları belki de.
Uzun bir yolu geliyoruz seninle, yolu,
geldikçe anlıyorum ki, biz,
bu dünya üzerinde yürüyemiyoruz bile.
Penguen,kim bağışlayacak beni
çizdim senin beyaz ve narin yerini
elimde unuttuğun ince metalle."

Hiç yorum yok: