29 Mayıs 2009 Cuma

al bir de burdan yak!

günlerden cuma. haftanın son günü. her gün sabahın köründe kalkıp sürüne sürüne gitmek zorunda olduğum bir işim olsaydı, bugün en mutlu günüm olurdu. ya da her gün okula gitmesi gereken bir öğrenci olsaydım da aynı mutluluğu yaşardım sanıyorum. "ne yazık ki" mi demeli yoksa "ne büyük şans" mı bilemiyorum ama ikisi de değilim. çalışmama rağmen bulunmak zorunda olduğum bir ofis yok, sanırım teknoloji en çok bu konuda işime yarıyor. öğrenci olmama rağmen sadece 2 gün dersim var bu da yüksek lisans öğrencisi olmanın tek avantajı sanırım.

neyse fazla uzatmadan gelelim asıl konuya.

salı gününden beri sokağa adım atmıyorum. ara ara bahçede "oksijen" alıp geri dönüyorum odama, kitaplarıma, aylardır ihmal ettiğim yap boz oyunuma. bugün bahçede kitap okumaya karar verdim ve hep görmek istediğim ülkelerde biri olan Venezüella'yı anlatan ("Biz burada devrim yapıyoruz Sinyorita") kitabımı aldım elime, indim aşağıya. uzandım salıncağa, saate baktım, 6'yı 13 geçiyordu. insanlar işten çıkmış evlerine gidiyordu, birazdan akşam yemeği için hazırlıklara başlanır, sokaktan el ayak çekilir diye düşündüm. İstanbul'da yaşıyor olmama rağmen bizim semt sessiz ve sakindir, İstanbul'un genelinde hakim olan kaos pek uğramaz buralara.

her neyse işte bu sessizlik umuduyla başladım pür dikkat okumaya. kitap güzeldi, anlatılanlar güzeldi, muhtemelen Venezüella da anlatıldığı kadar güzeldi. bahçe güzeldi, sessizlik güzeldi.

taa ki o ses cümbüşünü duyana kadar.

bizim evin çaprazında bulunan apartmanın alt katından klarnet, keman ve davul sesleri geliyordu. "yine birinin düğünü var" diye geçirdim içimden. eskiden böyle değildi buralar, doğduğumdan beri aynı binada yaşayan biri olarak küçüklüğümde pek bu tip düğünlere şahit olmamıştım. belki de hatırlamıyordum.ama geçen yazdan beri yeni bir adet gelmişti bizim mahalleye. apartmanların altında bulunan dükkanlarda düzenlenen kına gecelerinin, nişanların sayısı birden artmıştı.

sevmem bu tür törenleri, eğlenceleri. sevmekten öte anlam veremem.
sanırım kalabalıktan duyduğum rahatsızlık var bunun altında.

herneyse orası uzun hikaye.

bir kaç hareketli parçadan sonra daha hüzünlü şarkılara geçti müzisyenler. nişan, düğün, kına v.s olamazdı, çünkü bu tür eğlencelerde hüzünlü şarkılar çalınmazdı genelde.kınalardaki kına türküsü hariç:) sonra müzisyenler sustu, "heh,sonunda bitti" dedim, demez olaydım. mehter marşı çalınmaya başladı neyseki bu kez canlı değil:) insanlar gelmeye başladı, kalabalık sokağa taştı, sinirlenip eve çıktım. sinirlendiğim insanların gürültü yapması değildi aslında, şanssızlığımdı. kırk yılda bir bahçede keyif yapmak isterken burnumdan gelmişti.


çaresiz çıktım eve. tüm pencereleri,panjurları kapadım. tabir-i caizse tecrit ettim kendimi dışarıdan, gürültüden. ama fayda etmedi.kitap okumak istemedim, hevesim kaçmıştı. zaten son zamanlarda yutar gibi, hatta içer gibi tüketiyordum kitapları. televizyona baktım biraz, internette gezindim ama dışarıdaki ses hala bitmiyordu. neredeyse 2 saat olmuştu, mehter marşı aralıklarla da olsa defalarca çalmıştı.neyi kutladıklarını bir türlü anlayamadım. yurdum insanı bayılır kutlamalara, belki de İstanbul'un fethini kutluyorlardı kim bilir!

sonradan anlaşıldı neyin tantanasıydı bu. türlü gösteriler sergilendi. fetih falan değildi kutlamanın amacı
yaklaşık 20 kişilik bir koro yemin bile etti. sonra yine mehter marşı, tekbir sesleri...sonra sonra...sonra...yine tekbirler yükseldi.havai fişekler, havaya sıkılan silahlar...

anlamıyorum.aklım almıyor. bir insan eline silah alacağı için nasıl sevinebiliyor?
bunca gösterişin anlamı ne? ne gerek var? şov değil de ne?
şiddet içimize işlemiş. kimse yaptıklarını sorgulaması gerektiğini fark etmiyor.
bilinçsizlik almış başını gidiyor.nereye varacak tüm bunların sonu?

pff.yine karardı içim.

2 yorum:

Adsız dedi ki...

güzel akıcı bır yazı omus ama ama karamsar gordum senı.bende aynı duygulara gırıyorum bazen.kacıyorum herseyden...

kağıt faresi dedi ki...

çok teşekkür ederim Dolunay, ne yazık ki karamsar olmamak elimde değil